top of page
Ara
  • Yazarın fotoğrafıReflekt Team

İstanbul'un Tarihi Dokusu Hayat Buluyor

İstanbul’un zengin geçmişi ile birden fazla uygarlığın adım izlerini toprağında barındırdığı hepimizin bildiği bir gerçek. Uğruna muharebeler peşi ardına durmamış şehrin mimari mirası da bu doğrultuda zamanla genişlemekten ve bünyesine yeni kültürler katmaktan geri kalmadı. İhmalkar politikalar ve gerekli titizlikten yoksun bir restorasyon anlayışı ise bu tarihi mecraların günümüzde canlandırılması noktasında ciddi güçlükler ile bizi karşı karşıya bıraktı. 


6 asırlık Dandalaz Köprüsü’nün restorasyon esnasında yıkılması, Ayasofya Camii’nin türbe restorasyonunu yapan şirketin uzmanlık alanının çanta imalatı olması, Tarihi Balıkesir Lisesi’ne takılan pimapenler ve tabii Sümela Manastırı gibi bir tarihi harikanın betonla örülen duvarları ve daha niceleri… Kimilerine göre tüm bunların sebebi yalnız restorasyon alanında değil çoğu alanda Türkiye’de dem vurduğumuz yetkili personel eksikliği. Doğru donanımlara sahip kişilerin uzağından bile geçemediği ihaleler sonucu para odaklı sistemin tarihi dokumuzu yiyip bitirdiğini canlı olarak izlemek ise elinden bir şey gelemeyen bizler için zor ve acı verici bir süreç.  


Fakat tüm bu acılı restorasyon tarihimize rağmen, son yıllarda ülkemizde koruma ve restorasyon algısı iyiye doğru ilerlemekle kalmayıp şehrin kültürel mirasının dokusal boyutu günlük yaşantıyı etkileyecek ölçüde gözle görünür hale geldi. Restorasyon konusundaki sancılı geçmişimiz ve facialarla dolu karnemiz ile kıyaslarsak umut verici gelişmelerin kapıda olması az da olsa yüzümüzü güldürmeyi başarabiliyor fakat takdir edersiniz ki bu yolda katedilecek daha çok mesafemiz ve doğruyu keşfedebilmek adına tümden değişmesi gereken bir anlayış silsilemiz var. 


Hali hazırda restorasyon altında olan ve yakın gelecekte İstanbul’un kültürel yaşantısına katkı sağlayabilecek yapılardan ve tabii bugüne kadar tarihi yapıyı korumak adına bir kaygı bulunmadan restore edişmiş yapılardan birkaç örneği gözler önüne getirmek gerekirse eğer;


  1. St. Pierre Hanı:


St. Pierre Hanı, İstanbul, Beyoğlu'nda bulunan tarihî bir han. Serüvenine ahşap başlayan yapı, ilk olarak Fransız Ticaret Temsliciliği ve lojman olarak ziyaretçilerini ağırladı. Daha sonra yangından zarar gören bina ise yerini kagir bir yapıya bıraktı.1856-1893 yılları arasında Osmanlı Bankası'na ev sahipliği yapan binada, Konstantiniye Barosu ve İtalyan Ticaret Odası da faaliyet gösterdi.


 2011’den beri Bahçeşehir Üniversitesi’nin elinde bulunan bina, Galata’nın incilerinden biri olma yolunda emin adımlarla ilerliyor. Semt dokusuna uygun olarak restore edilecek , eğitim, sanat ve kültür aşıklarına kucak açacak bir yapı haline gelecek olması Beyoğlu ile alakalı kabaran ümitlerimizini heyecanı ve merakla beklediğimiz değişimlerden bir tanesi.


2. Valide Atik Külliyesi


Üsküdar’ın mimari dokusunda kendine 1570-1583 yıllarında yer edinmiş olan, Valide-i Atik Külliyesi, Sultan II. Selim’in eşi ve III. Murad’ın annesi Nurbanu Sultan tarafından tarafından Mimar Sinan’a yaptırılmış, modern ilim merkezi olarak kullanımını ele alabileceğimiz bir yapı olarak karşımıza çıkıyor.


Aynı zamanda Mimar Sinan’ın bilinen son yapıtı olma meziyetine sahip Külliye’nin şifahanesi 2015 yılında Fatih Sultan Mehmet Üniversitesi’ne devredildi. 4 metre hafriyat yapılarak beton dökülen restorasyon, çoğu uzman tarafından mekanın ruhunu kaybetmesi ile özdeşleştiriliyor.


3. Bukoleon Sarayı: 




Bukoleon Sarayı, İstanbul’un Konstantinopolis olarak adlandırıldığı dönemden kalma, eski görkemine ne yazık ki sahip olmaktan uzak olan özgün bir yapı. 5. Yüzyılda II. Theodosius tarafından yaptırıldığı düşünülüyor. İstanbul’un fethinden sonra hali hazırda bir harabeden farksız olan yapının bir kısmı ise demiryolu inşası için yıkıldı. 


İstanbul’un en eski çeşmesinin bulunduğu Bukoleon’un şu an bir açık hava müzesi haline getirilmesi ile alakalı çalışmalar ise sürat kaybetmeden yürütülüyorlar. 2 yıl içerisinde İstanbul tarihi dokusuna değerli bir katkı sağlamak üzere açılışı gerçekleştirilecek. Sadece Doğu Kısmı ayakta kalmış olmasına rağmen dönemin yaşantısıyla alakalı büyük ipuçları taşıyacak açık hava müzesi, heyecanla beklenebilecek kültürel gelişmeler arasında olmaya hak kazanıyor.


4. Şile Ocaklı Ada Kalesi:


Olasılıklardan bir tanesine göre Cenevizliler, bir diğerine göre ise Bizanslılar tarafından 2000 sene önce inşa edilmiş Osmanlı’da kullanılan yapı, sosyal medyanın ve çeşitli haber sitelerinin bir süre gündeminde kalacak bir restorasyon sürecinden 2015 yılında geçti.


Tarihi mirasın dokusuna zarar verecek şekilde kalıcı bir hasar bırakıldığı, Sünger Bob stili bir restorasyon anlayışının ön plana çıkarılmasıyla açık bir şekilde kendini gösteriyor. Restorasyonun danışmanlardan bir tanesinin söylediğinin aksine inşa süresi boyunca süregelen uzmanlık katkısının var olmadığını düşündürüyor. 


5. Yedikule Hisarı:





Siyasi suçluların tutulduğu ve çeşitli efsanelere konu olmuş zindanıyla ismini duyurmuş olan Yedikule Hisarı’ının yapımına II. Theodosius’un emriyle 413 senesinde başlandı. 439 senesinde inşaatı tamamlanmış olan hisar, savaşlardan galip gelinmesi dahilinde zaferi temsil eden bir kapıyla gelecek yıllarda süslendi ve bu kapı Altın Kapı ismini aldı. İstanbul’un Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetimine geçmesi ardından Fâtih Sultan Mehmed Han, surları tamir ettirip bu yapıyı ek kuleler ile daha heybetli bir görünüme soktu. Kulelerin inşasının 1457’de tamamlanmasıyla semte ismini veren Yedikule, günümüzdeki iç kale görünümünü kazandı.


Büyük çaplı bir restorasyon girişiminin ardından, günümüze dek tamamlanmış inşaatın surların ömrününü 100-200 yıl uzattığı söyleniyor. Yedikule Hisarı, birkaç sene içerisinde kültür-sanat faaliyetlerini bünyesinde barındırabilecek ve bir müze haline getirilecek. Tarihi dokunun önemli bir parçası haline gelmesi planlanan Hisar, hem yerli hem de yabancılara İstanbul’un geçmişinden önemli bir kesit sunmayı hedefliyor.


6. Süheyl Bey Camii:


1591 yılında Süheyl Bey tarafından Mimar Sinan’a yaptırılan ve 1958 yılında yol genişletme çalışması sebebiyle yıkılan Süheyl Bey Camii, 2013 yılında kimilerinin rekonstrüksiyon olarak adlandırmayı seçtiği bir restorasyon projesi dahilinde imara açıldı. 


Camii maksadının dışına çıkarılarak bir iş merkezine dönüştüren yapı, 400 küsür sene öncesinde sahip olduğu kimliğin günümüzde en ufak bir izini bile taşımıyor desek yanlış olmaz. Alüminyum panel ve yekpare cam gibi materyallerin kullanımıyla İstanbul’un güncel mimari yapısında eşi benzerini gün içerisinde çokça görebileceğimiz yapılardan biri haline gelerek tarih sevdalılarının kalbine bir sızı olarak yerleşiyor.


Zengin bir tarihi ve kültürel doku ile çevrelenmiş bir şehrin her yapısı bünyesinde farklı çığlıklar, serzenişler ve kahkahalar taşır. Tarihe tanıklık etmiş cansız nesneler süregelen anlatılar ile can bulur ve bir tutam hayal gücü ile beraber seslerini bize duyurabilme meziyetine sahip olur. 


İstanbul ise yüzyıllardır bünyesinde barındırdığı çeşitli uygarlıkların izlerini bizler ile paylaşmaktan geri kalmıyor. Bu paylaşımın kalitesini belirleyecek etmen ise bizim onun geçmişini doğru şekilde geleceğimize aktarabilmemizden geçiyor. Dilerim ki bu şehrin bu güne kadar her büründüğü kimliğin sunduklarını kucaklayabilir ve en iyi şekilde değerlendirmek adına çaba gösterebiliriz. 

18 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page