top of page
Ara
  • Yazarın fotoğrafıReflekt Team

Himba Kırmızısı




Güzellik denen kavram geçmişten günümüze hiçbir zaman objektif olmadı fakat neyin kime neden güzel geldiğini anlayabilmek imkansız değil. Dünya’nın her yerinden yüz kişiyi bir odaya koysanız ve güzel buldukları fiziksel özellikleri tasvir etmelerini isteseniz alacağınız cevapların bazıları benzeşse bile, çoğu kişinin cevabı doğup büyüdüğü kültüre, geçmiş yaşantısına ve kişisel zevklerine göre şekillenecektir. Kişinin zamanla şekillenmiş estetik algısı karar sürecindeki en önemli role sahip olacaktır.


İçinde bulunulan dönemin güzellik anlayışına olan etkisini daha net bir şekilde görebilmek adına Orta Çağ dönemindeki Avrupa’ya bakalım isterim. Günümüzde belirgin kaşlar ve uzun çarpıcı kirpikler arzulanır haldeyken Orta Çağ dönemine baktığımızda kadınların geniş alın ve saç çizgilerinin geride olması için saçlarının önlerini traş ettiğini ve hatta kaşlarını tamamen aldıklarını görüyoruz. Bu tarz bir görünüşün çekici gelmesinin en büyük sebeplerinden biri ise Hristiyanlığın yaygın olduğu Orta Çağ dönemindeki Meryem Ana tasviri. 




Aslına bakarsak günümüzde de genel güzellik algısı çoğu zaman Dünya’nın gözlerinin üzerlerinde olduğu insanlar tarafından belirleniyor. Meryem Ana’nın yerini Kim Kardashian alırken doğurganlığı simgelediği için çekici geldiğini düşündüğüm büyük kalçalar, büyük göğüsler ve “altın oran” denilen estetik koda sahip yüz hatları bir kadını çekici kılan başlı başına unsurlar haline geliyor. 


Üstünde durmak istediğim güzellik algısı ise zamana meydan okuyan ve genel algıların ötesinde kendine yer edinmiş Namibya’lı kabile Himba’nınki.


Himba Kabilesi, Kuzey Namibya‘da, eski ismi Kaokoland olan Kunene yöresinde yaşayan etnik bir topluluk. Himba insanları, yaşam şekilleri dolayısıyla küreselleşen değerlere olabildiğince az maruz kaldıklarından, yargıları çoğumuzdan çok daha farklı ölçeklerle şekilleniyor. Toplumun geri kalanından özerk şekilde sürdürdükleri hayatları, çevresel etmenlere ve primitif ihtiyaçlara göre şekilleniyor. 





Himba insanları, özellikle kadınlar, tereyağ ve koyu sarı pigmentin kozmetik bir karışımı olan otjize macunu ile kendilerini kaplıyorlar. Otjize, suya erişimin limitli olması sebebiyle cildi uzun süreler boyunca temizliyor ve Kaokoland'ın sıcak ve kuru ikliminin yanı sıra böcek ısırıklarından korumaya da yarıyor. Himba halkının derisine ve saç örgülerine ayırt edici bir doku, stil ve turuncu veya kırmızı renk veren otijze, genellikle omumuzba çalısının aromatik reçinesi ile parfümlendiğinden bir yandan da güzel bir kokuya da sahip oluyor. Otjize, dünyanın zengin kırmızı rengini ve kanını, yaşamın özünü simgeleyen ve OvaHimba'nın güzellik idealiyle tutarlı olan, her şeyden önce oldukça arzu edilen bir estetik güzellik kozmetiği olarak karşımıza çıkıyor.


Bir yandan maneviyatın estetiğe yansımasının açık bir örneği olan otijze macunu, üzerine atanmış olan temsili görevlere istinaden pratik bir ihtiyacın gerekliliğini de bünyesinde barındırıyor. Kırmızı renginin kabile için simgelediği hayat ve hayatın özü estetiğinin yanında yaşam koşullarına karşı sağladığı kolaylık ile estetik bir ihtiyaçtansa hayati bir ihtiyaç olup olmadığını bizlere sorgulatıyor. Hayati ihtiyaçların estetik bir şekilde yorumlanıyor olması ise toplumun konağından uzak bir kabilenin bile temel dış görünüşsel ihtiyaçları bulunduğu doğrultusunda gözden kaçırılmaması gereken tüyolar ile karşımıza çıkıyor. 


Bu örnekten anladığımız üzere, insanın kendini iyi hissetmesi için uygun gördüğü fiziksel modifikasyonlar bir zorunluluk olmasa bile kişinin bünyesinden kendi refahı açısından büyük bir önem taşıyor. Bu refah ise doğal yollardan geliştiğinde ve objektif ölçüde pratik bir faydası bulunduğunda temel yaşama içgüdülerini karşılar bir hale geliyor.  


Doğa’nın sunduklarından hiçbir katkı maddesinin yardımı olmadan yararlanmak konusunda Himba Kabilesi’nden öğreneceklerimizin fazla olduğu kanaatindeyim. Marka denen olgunun beraberinde getirdiği ön yargılar ve belli başlı şekillenmiş algılar olmadan, yaşadıkları toplumun dış görünüş açısından beklentilerini karşılayacak doğal çözümler ile doğa ile aralarında olan ilişkinin modern olgular tarafından zedelenmesine izin vermemekte ısrarcılar. 


İhtiyaçlardan doğan estetik anlayışın doğa ile kurulmuş hassas denge ile yakaladığı harmoni gerek kişisel düzeyde gerek ise toplum ölçeğinde art niyetle çarpıtılmış inanışların önüne engel koyarak kişinin kendine has bir dünya yaratabilmesini sağlıyor. Kabilenin yaklaşımı günümüz toplumuna uyarlandığında ise önem verdiğimiz değerleri yeniden masaya koyup neden önem verdiğimizi sorgulayabilmemiz adına cesaretlendirmek için harika bir fırsat haline geliyor. 




31 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page